13 Nisan 2009

Müsamerenizle Çocuklar

Ortaokulu bitirmeye birkaç ay kalmıştı ki içimeki Rıfat Ilgaz uyandı. Kalıcı bir şeyler bırakmak istiyordum o köhne okulda. En azından birkaç kuşak hatırlasındı. Şöyle ağzımda pipom ve boynumda şalımla gözlerimi kısıp " tiyatroya olan yeteneğinizi nasıl keşfettiniz" sorularına gevrek bir sesle cevap vermek istiyordum.
Arkadaş grubumu topladım, kendilerinde cevher yoktu biliyordum fakat dışardan oyuncu getirmek için bütçem yeterli değildi şimdilik.

Oyunumu yazmaya başladım. Yalnız acayip şekilde hababam sınıfı'na benziyordu. Tarzlarımız yakın Rıfat abiyle ondandır dedim, yediler. Yazdığım 3-5 kıçı kırık espriye katula katula gülüyorlardı ki bu da beni iyice gaza getirmek, coştukça coşturmak için kafiydi.
Bir hafta içinde tamamladım eserimi. Kelimenin tam anlamıyla bok gibiydi.

Provalara başladık, resmen bok gibi oynuyorlardı. Bağırıyordum, olmuyor olmuyor. Olayı hissetsene biraz İzzet. Sanatın etkisiyle gözümde birden bire kemik çerçeve bir gözlük oluştu. Aaa yeni mi dediler. Eeeth dedim, Fahri Kuz optik. Ahah götüm. Zeytinburnu üst geçidinde Fahri Kuz şube mi açmıştı.
Bu ana kadar yazdıklarımda bir bok yok kardeşlerim olayının vurucu, süründürücü, hayata küstürücü kısmı şimdi geliyor.

Kafamda ampül yandı. Eğer oyunun sonuna bir dans eklersem daha bir bütün oluşturacaktı. Birden bir müzikalin içinde buldum kendimi. Offf nasıl desem, yoksa demesem mi bilemiyorum.
Uzun yıllar yüzleşmek istemediğim bir gerçek bu, kendime bile itiraf edemediğim, soğuk kış gecelerinde yorganın altında içimi çekerek ağladığım bir anıydı. Alnımda bir kara leke olarak mezara girene kadar benimle olacaktı.

Ben Atilla Taş taklidi yaptım. Şimdiden söylüyorum arkadaşlık bağını koparmak isteyenler hemen telefonumu silebilir. İntizar etmem kendilerine.
Bazılarınızın tükürükler saça saça güldüğünü biliyorum. İsim verip rencide etmek istemem.
--------------
-senin bu lafların beni rencide ediyor reis bey!
+merak etme fikri sen lafla rencide olmazsın, hatta benim tanıdığım hiçbir öküz lafla rencide olmaz
--------------
Ama sor bi niye yaptım:(( Aslında yazımı şuan burada bırakıp Letonya'ya yerleşmek istiyorum.
Çünkü o taklidi lanet olsun ki en iyi ben yapıyordum. Klibi hatırlarsanız yanında da küçük bir kız çocuğu vardı adamın. O da Altay oldu. O zamanlar boyu 1.80 olan Altay. Küçük kız çocuğu.

Palyaço elbisesi giydirip, kafasına bebek şapkası taktılar. Dizlerinin üzerinde duruyordu. Ne güzel bir kız çocuğuydu.
Ben siyah kumaş pantolon, ceket ve beyaz bir gömlek giydim. Saçlarımı arkadan sımsıkı topladım.

Büyük gün gelmişti..Bütün hocalar geldi izlemeye. Perde açıldı, çok ama çok berbat oynadılar. Bir an herkesi durdurup sahnenin ortasında mezdeke oynasam daha çok ses getirebileceğimi düşündüm.
Oyun bitip perde kapandı, alkış kıyamet. Müzik başladı;
Altayla ben yanyanayız. Ben o an ben değilim, ben bende değilem oğün. Altay'ın elinde iki tane çıngırak gibi top var. Ama bildiğin daş. Nereden bulmuşlar, ne ayaktır hiç bilmem.
Ben sahnede bir gaza gel. Coştukça coş, al o topları Altay'ın kafasına vur. Altay'ın kafa sen kana.
Altay elini kafaya koy, eline kan bulaş. Annesi ağlayarak sahneye atla. Müzik çala dur.
Boğazına dursun ham çökelek.
1.80lik Altay ağlıyor.
Tentürdiyot sürdüler kırmızı kırmızı.
O günden sonra tiyatroya küstüm ben de, ceketimi yağmurlara asıp, tehlikeli şiirler okudum.

Hiç yorum yok: